23 Nisan 2016 Cumartesi

MERKEZ PARK

Zaman zaman çok tartışılan bir iş adamı şirketinin kapısından çıkıp son derece lüks otomobiline binerken 'çek centrel parka' diyor ve yeni projesinin reklamına başlıyor.
Reklamı izlediğimde, bana oldukça itici gelen ve bana göre kapitalistlerin 'bir kötü örneği' olan bu iş adımından mıdır nedir bilmem ama, reklamdan rahatsızlık duyduğumu belirtmek isterim.
Ve yıllar öncesine gittim.
Benden yaşça küçük bir dostum, arkadaşım, tekstil sektöründe ve ismi yabancı olan bir kot fabrikasının bilgi işlem bölümünde çalışıyordu. Sektörü bilmediğimden çalıştığı yerin bir yabancı şirket olup olmadığını sormuştum. Yanıtı 'hayır' dı. Şirketin sahibi Türk'müş. Bende neden şirketin ismi yabancı bir şahıs ismi diye sorunca, daha önce kot firmasının Türk ismi ile satış yaptığını ancak ismi yabancıya dönüştürdüğünde işlerinin açıldığını söylemişti. O zamanlar şaşkınlıkla üzüldüğümü anımsıyorum, üretilen ürünün ismi niteliğinin önüne geçti diye. Daha doğrusu yurdum insanı kendi insanından çok yabancılara güveniyor diye.
Yurdum insanı haksız mıydı? Tabi ki hayır. Bu davranışı sanırım kendisinin ya da büyüklerinin deneyiminden kaynaklanıyordu da, yine de aldatılıyordu işte.
O gün, bu gün bu davranış biçimi düşünür dururum.Acaba bir aşağılık kompleksinin sonucu mu bu diye.
Hani çoğu müteahhitlerimiz için muhafazakar bir düşünce yapısına sahip oldukları kanısı yaygındır da ürünleri pek öyle değil anlaşılan. Şimdi burada isimlerini tek tek saymayayım ama konut projelerinin, konut sitelerinin isimlerine bir bakın şöyle kaç tane Türkçe isimle karşılaşırsınız. Örneğim 'yuvam' yerine ingilizcesini söylediğinizde daha bir entellektüel mi oluyorsunuz acaba. Yaşamını yitiren bir arkadaşım için 'isıklar içinde uyusun' yazdığımda bir başka eski arkadaşım İslami jargon kullanmadığımdan ötürü beni gerzek ve münafık ilan etmişti de; acaba bu muhteremleri projelerinde İslami isimler kullanmadıkları için neden kimse eleştirmiyor? Cüzdanları benimkinden kalın diye mi?
Günlerden bir gün, Amerika'da bir konut üreticisinin projesine 'merkez park' adını vererek reklam yapması dileğiyle.
Saygılar.

22 Nisan 2016 Cuma

23 NİSAN

Yarın 23 Nisan.Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı. Bu günlerde Bu Bayramın kutlanması ile ilgili olarak bir tartışmadır gidiyor. Ulusal Egemenliğin simgesi olması gereken TBMM Başkanı 'şehitler' nedeniyle Meclis Başkanı olarak vereceği resepsiyonu iptal etmiş ki bu türden bayramları kutlayabilmek için nice şehitler verdiğimizi bile  bile.
Resepsiyon öyle abartılı bir eğlence değildir ki 'şehitlerimize' saygısızlık oluştursun. Bence anlamak mümkün değil. Herhalde bu davranışı anlamak için bende olmayan bir zekaya sahip olmak gerekir.
Milli mücadeleyi gerçekleştiren irade TBMM nin açılış gününü neden çocuklara armağan bir bayram olarak kutlamayı yeğledi acaba? Bu bir rastlantı mı? Yoksa bilinçli bir tercih mi?
Çocukluk dönemi kuşkusuz yaşamın  en temiz, en çıkar duygusundan uzak, en doğal bölümüdür (Her ne kadar biz büyükler doğumundan başlayarak çocuklarımızı 'bak bana gelirsen sana şeker vereceğim' türden sözlerle çıkarcılığa onları özendirsek bile yine de yaşamın en çıkarsız bölümüdür.)
Belki de Cumhuriyetimizin  kurucuları başta Yüce Atatürk, kurdukları bu yeni devletin temellerini atarken temiz, kişisel ya da zümresel çıkar hesaplarının yapılamadığı hakça yönetilen bir ülke düşlemişler ve kuruluş gününü yaşamın en temiz ve doğal dönemi ile özdeşleştirmek istemişlerdi.
Onlar kurdular, anlaşılıyor ki bizler gereği gibi sürdüremedik.
Ama.
Yine de.
23 Nisan.
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramınız KUTLU OLSUN.
Güzel Günlere.....

2 Nisan 2016 Cumartesi

SINAV SONRASI OKUL SIRALAMASI-1

'Okullararası rekabetin ticari boyutta yaşanmaması, öğrencilerin lise seçimi yaparken etkilenmesi,ortaya haksız bir rekabetin çıkma olasılığı ve özel okulların bu sınavda elde ettikleri dereceleri reklam olarak kullanmaları nedeniyle açıklanmıyor'
Bu, Milli Eğitim Bakanlığı'nın sınav sonrası okul sıralamasının kamuoyu ile paylaşımı konusundaki açıklamasıdır. Bazı sözler kulağa hoş geldiği için çoğunlukla doğru kabul edilir ya, bu da onlardan biri bence. Bu konular bir yazının sınırlarını aşacak boyutlu olduğundan konuyu 'bölerek' görüşlerimi paylaşmak istiyorum.
Öncelikle okul seçimi yapılırken 'etkilenme ve haksız rekabet' üzerinde durmak istiyorum. İşin akçeli kısmi özel okul ve reklam konusunu başka bir yazıda değerlendireceğim.
Eğitim verenin ölçmeyi -yani çoğunlukla sınavı- yapmadığı sistemlerde tabir yerinde ise 'takke düşer,kel görülür' durumu söz konusudur. Bu sınavlar iyi düzenlenmiş ise -mümkün olduğunca ve önemleri ağırlığında tüm konuları kapsayan, düzgün ve anlaşılır cümlelerle kurulu net sorulardan oluşturulmuş- gerçekten eğitim düzeyi hakkında önemli sonuçlar verir. Bu sonuçların bazılarını değerlendirebilmek için akademik bilgi gerekir ancak yararlanabileceği sonuçların kamuoyu ile paylaşılması da son derece önemlidir ki bunlardan biri de okulların bu sınavlardaki başarı sırasıdır.
Doğal olarak aileler çocukların iyi eğitim veren okullarda okumasını isterler. Aslında bu bugünün bir olgusu değildir; benim öğrenciliğimde de böyleydi öğretmenliğimde de. Kayıtların ikametgaha göre yapıldığı yıllarda,  istediği okulun bölgesine evini taşıyan çok sayıda ailenin var oluşu o dönemi yaşayanlar tarafından bilinen bir gerçekliktir. Bu konuda bir başka yöntem daha vardı ama dilerseniz burada onu gündeme getirmeyeyim.
Öğretmenlik yıllarımda en önem verdiğimiz şeylerden biri, çalıştığımız okulun bu tür sınav ve bilimsel yarışmalarda aldığı sonuçlardı. Bu alanlarda yaşadığımız başarılar bizi son derece mutlu ve motive ederdi. Bir başka okulun başarısının bizim önümüze geçmesi ise hem bizi üzer hem de bunun nedenleri üzerine kafa yormamıza neden olurdu; bunun için geri kaldığımız noktalarda neler yapmamız gerektiği üzerinde düşünür ve önlemler almaya çalışırdık. Bana göre, tam da bu nedenlerden ötürü bu sıralamaların açıklanması gereklidir. Açıklanmadığı zaman etkilenme olmuyor mu sanki? Hem de Ayşe Hanım'ın ya da Ahmet Bey'in söylediği sağlıksız 'dedikodu' kökenli etkilenmeler. İşte 'haksız rekabet' dediğiniz aslında burada ortaya çıkmıyor mu?
Şimdi kimilerinin 'sizin söylediğiniz gibi öğretmenler artık bu konuları kendilerine dert etmiyorlar' dediğini duyar gibi oluyorum. Bana göre hala öğretmenlerin büyük bölümü bu duyguları yaşıyor, yeter ki biraz da onların dediklerine kulak verebilelim.
Bu konular öğretmenler tarafından dert edilmiyor diye düşünüyorsanız, çözüm hem zor, hem de basit 'bu konuları kendisine dert edinen öğretmenler' yetiştirmelisiniz.
Saygıyla...

1 Nisan 2016 Cuma

AÇIK UÇLU SORULARA DOĞRU MU?

Ali Nesin bir söyleşinde 'Ben olsam, Matematik bölümüne öğrenci alırken adaylara çözümsüz bir soru verir ve çözüm için en çok uğraşanı seçerdim' anlamına gelen bir ifadede bulunmuştu. Günümüzde bir üst okula öğrenci seçimi için yapılan sınavlarda en çok eleştirilen 'test' sınavları günah keçisi haline getirilmiş durumda. Aslında bu kadar eleştiriyi de hak etmiyor bu sınavlar. Sorular emek harcanıp güzel hazırlanabilirse oldukça adil sonuçlar veren bir sınav türü. Bu nedenle de bu tür sınavların dünya genelinde bir vazgeçilmezi. Bizim gibi bazı ülkeler yalnız test sınavını kullanırken bazı ülkeler test sınavlarının yanında açık uçlu sınavları da değerlendirme içine almaktadır. Örneğin ABD de yapılan bu tür sınavlarda %70 test, %30 açık uçlu sınavlar dikkate alınmaktadır. Bizim gibi sınava giren öğrenci sayısının çok olduğu ülkelerde mutlaka açık uçlu sınavları değerlendirme güçlüğü vardır ancak olanaksız değildir. Şu anda uygulanan YGS için açık uçlu soruları kullanmak belki çok zor bir olaydır ama pekala LYS de bu sorular kullanılabilir diye düşünüyorum.
ÖSYM nin son açıklaması; 'ayrı bir yanıt anahtarı olmayacağı, kitapçıkta her sorunun altında işaretleme yapılacağı ve her adaya ait kitapçığın bütün sayfalarının taranıp kaydedileceği' çalışması bana sanki açık uçlu sorulara geçişin bir hazırlığı gibi geldi. Çünkü bu şekilde taranan sayfalardaki sorular kişi bazında değil soru bazında değerlendirme öğretmenlerine gönderilir ve öğretmenler kişileri bilmeden soruları değerlendirir. böylece de adam kayırmanın önüne geçilebilir. Her soru beş değerlendirme öğretmeninin bilgisayarına gönderilip ortalaması alınarak o sorunun sonuç puanı belirlenebilir. Değerlendirmeler arasında çok farklılık varsa en yüksek ve en düşüğü atılarak diğerlerinin ortalaması alınabilir ya da yeniden değerlendirilebilir.
Dilerim ve umarım ki bu sınav türüne geçilir.
Tabi ki öğrenci seçerken başka kriterler de kullanılabilir.Örneğin ulusal ya da uluslar arası -önceden belirlenmek koşuluyla- yarışmalarda derece alanlara ek puanlar verilebilir. Ya da en güzeli sınavlar yapılır puanlar belirlenir ve üniversiteler öğrenci seçimi konusunda serbest bırakılır. Hangi üniversitenin hangi puana göre öğrenci alacağı o üniversitenin senatosu tarafından belirlenir.
Peki sınavsız olmaz mı?
Kusura bakmayın ama bu koşullarda bence sınavsız olmaz.
Sınavsız olursa daha büyük haksızlıklarla karşılaşırız.
Saygıyla