29 Kasım 2016 Salı

SİZ; NE KADAR İNSANSINIZ?

Adamın biri yeni duyduğu bir sözcükle karşılaştı mı yanındakini dürtüp sorar,
-- Ne demek istedi iyi bir şey mi?
Yanıt genellikle aynıdır.
--Bilmem herhalde.
Baştan söyleyeyim, 'iyi bir şey misiniz?' demek istiyorum.
Ortaokul çağında, onlu yaşlarda çocuklar.....
Çok büyük olasılıkla kocaman insanların aymazlığı yüzünden canlı canlı yandılar.
Çok şey söylemeye gerek yok bir an için gözlerinizi kapatın, hani şu ruh bilimcilerin dediği gibi çocukluğunuza gidin ve kendinizi o çocukların yerine koyun. Bir süre öylece düşünün. Sonra gözlerinizi açıp sorun bakalım birilerine 'siz ne kadar insansınız?' diye, ne yanıt alacaksınız?
Bazıları da kendine sorsun ama...
Eğer, binanın bazı katlarını ahşap lambri ile kaplayıp, binanın elektrik düzeninin ilkel olduğuna kayıtsız kalan yurt yöneticisi iseniz, sorun bakalım kendinize ne kadar insanmışsınız?
Binayı yapan müteahhit, mühendis, mimar, usta, kalfa olarak işinizi savsaklamışsanız sorun bakalım ne kadar insanmışsınız?
Binayı denetime birileri gelmiş de siz onlara 'bak biz falanlardanız' diye onları korkutup geri gönderdiyseniz, sorun bakalım ne kadar insanmışsınız?
Şu binanın kontrolüne 'bizdendir' deyip yine onlardan birini gönderen bir kamu yöneticisi iseniz sorun bakalım ne kadar insanmışsınız?
Binaya olur vermeyen kamu görevlisine telefon edip ya da haber göndererek 'îşi zor sokma' diyen bir politikacı iseniz sorun bakalım ne kadar insanmışsınız?
Bunlardan hiç biri olmayıp o binayı kontrol etmesi gereken bir kamu görevlisi iken, binaya gitmeden ofisinizde dedikodu, politika vs yaparken ya da kahvede pişpirik oynarken olur yazısını imzalayan bir umursamaz iseniz sorun bakalım ne kadar insanmışsınız?
Bu haberi boş gözlerle izledikten sonra, vah vah çekerek, sıcak yatağınızda keyifli bir uykuda dünyanın sıcak bir memleketinde denizin serinliğinde rahatladığınızı rüyada görebiliyorsanız sorun bakalım ne kadar insanmışsınız?
Birilerinin yazıp çizdiği gibi gerçekten 'büyüyünce şöyle olacaklardı' diye sevinmiş iseniz sorun bakın siz ne kadar insanmışsınız?
Bir de böyle bir olayda üzülerek kendince önlemler sıralayan insanları 'bunların üzüldüğü falan yok, aksine şu nedenle sevinmişlerdir' diye ileti paylaşanlar, sizler; bu çocuklar Katolik, Protestan,Musevi, ateist ya da  Rus, Alman, Fransız.. ailelerin çocukları olsaydı sevinecek miydiniz diye bir düşünün ve karar verin bakalım.
Siz ne kadar insansınız?





22 Kasım 2016 Salı

Lâl-i Gül

'Sevgilim, sana gizlice bu mektubu bırakıyorum... Seni ne kadar çok sevdiğimi söylemek için bırakıyorum bu mektubu... Biliyorum sana hiç söylemedim bunu... Seni nasıl sevdiğimi... Kendi duygularımın yoğunluğundan korktum hep... Umarım bir gün bu mektubu bulursun... 
Lâl-i Gül'
Sultan Abdülmecid'in biri kız ikisi erkek üç çocuğunun annesi Lili, saraydaki adıyla Lâl-i Gül'ün kızıyla saraydan kaçmadan önce Sultan'a yazdığı mektup. Kaçışından sonra bulması için yatak odasına saklamış, ancak Sultan bu mektubu bulamamış.
Bütün bunlar Hristina Aleksandrou'nun Lâl-i Gül -Boğaz'ın Yakutu- isimli kitaptan. Literatür yayınlarından ve de tercümesi Zeynep Albayrak'tan.
Anlatılanların ne kadarı geçek, ne kadarı kurgu belli değil. Ne kadarı gerçeklerle örtüşüyor orası da belli değil. Sonu görece mutlu biten hüzünlü bir aşk öyküsü diye de düşünebilirsiniz. Ama okuyanlara hatırlattığı ve kimi zaman unuttuğumuz bir takım olgular var.
Bunlardan biri 'harem' diğerleri de içindekiler. Kimine göre harem bir okul, doğru. Kimine göre bir hapishane o da doğru. Kimine göre türlü entrikaların, kıskançlıkların, aşkların, hüzünlerin yaşandığı ortam. Bunların bir çoğu da doğrudur mutlaka.
Çocuk yaştaki kızların kimi köle tüccarları tarafından kaçırılarak, kimi savaş ganimeti olarak, kimi birilerinin hediyesi olarak bir araya getirildiği, asıl isimleri yerine yeni isimler verilerek bir yeni kültürle büyütüldükleri ortamlar. İçerisinden Sultanlar çıkmış, Osmanlı yönetiminde söz sahibi olmuş bir tür okul aynı zamanda. Mücevher satıcılarının en gözde satış alanı. Sanatın yoğun olarak yaşandığı yer.
Ama.
Kaçı buraya kendi isteği ile gelmiş olabilir sizce ve kaç tanesi gerçekten inandığı değerleri değiştirmiştir. Acaba bıraksalar kaç tanesi eski yaşamına dönmek isterdi. Kim bilir, her türlü şatafata karşın bir çoğu; köyünün dağlarında, ovalarında koşup oynamayı, tarlasını ekip biçmeyi ve evine yorgun argın geldiğinde, eşinin omuzuna başını koyup onun söylediği bir türküyle yorgunluğunu atmayı çok daha, çok isteyecekti.  Orada güç sahibi olanlardan bazıları, kazandıkları güç nedeniyle 'iyi ki buradayım' demişlerdir kuşkusuz.
İşte en önemli nokta burası. İnsanların neyi istediği.
Ya haremdeki 'hadım'lar. Ağa bile olsalar eminim ki bulundukları konumda olmaktan hoşnut değillerdir. Ülkelerinden kaçırılıp büyük acılara dayanarak iğdiş edilirken neler düşünmüşlerdir dersiniz. Birilerine bekçilik etmek adına ne acılara katlanmışlar acaba. Böyle bir olaya neden olmak ya da böyle bir olayın içinde bulunmanın nasıl bir düşüncenin sonucu olduğunu bir düşünelim hele. Peki bütün bunlar olurken, zamanın yargıçları, hekimleri, din adamları, kanaat önderleri ne iş yapıyorlardı diye hiç içinizden geçmedi mi?
Bu yalnız bizim tarihimize özgü bir yaklaşım olmadığı da bir gerçek. Avrupa'nın şatolarında ya da saraylarında yaşananlar belki de bunlardan daha da ürkütücü.
Onun için ben sarayları hiç sevmem. Dünyanın birçok yerinde sarayları gezerken orada yaşanan şaşaa değil, hüzünler gelir aklıma. Hem orada yaşayanların hüzünleri; hem de orada yaşayanların insanlara yaşattıkları hüzünleri.
Saray sözünü hiç sevmedim. Adaletin sonuna bile eklense.
Onun için; sonunda saray diye adlandırılan bir yerde yetmiş tane kaşık, çatal ve bıçağın yer aldığı masalar yerine, Kumkapı'da bir çingenin şarkısı ve balık eşliğinde demlenmeyi yeğlerim.
İnsanlar istekleri dışında davranmasınlar, davranmak zorunda kalmasınlar, alınıp satılmasınlar diye insanoğlu 'demokrasi'yi icat etti.
Demokrasi, insanların çoğunluğun istediği gibi değil, insanın kendi istediği gibi yaşamasının en kısa ifadesidir bence.
Demokrasi dolu günler dileği ile....

8 Kasım 2016 Salı

YEŞİLBARIŞ, MEŞİLBARIŞ

Sayın Cumhurbaşkanımız İngilizceye yeni bir sözcük kazandırdı sanırım -sanırım diyorum çünkü İngilizce bilmem- 'mreen'. Bizde yeşil yanında meşil, sarı yanında marı, sağlık yanında mağlık gibi terimler de kullanılabilir ama İngilizcede böyle bir durum var mı bilmiyorum.
Doğrusu Sayın Cumhurbaşkanımızı dinlerken kendime kızmıştım. Bu yeşilbarış (greenpeace) örgütü Türkiye'nin gelişmesini engellemek gibi bir çaba içindeyse ve bu nedenle eylemlerini Türkiye'de yapıyor, diğer ülkelerde yapmıyorsa -ki ben öyle bilmiyordum- geçmişte, sınırlı sosyal sorumluluk bütçemden bu örgüte yardım ederek ülkeme karşı bir eylemde mi bulunmuştum? Bilmeyerek de olsa bu yaptığım benim açımdan pek de affedilecek bir olay değildi.
Hemen başvurunun en kolay yolu 'Google' a başvurdum. Bakın neler çıktı.
Örgüt, 1971 yılında nükleer denemeleri protesto etmek amacıyla Alaska Eyaletinden Anichitka'daki nükleer enerji sahasına girmeleri ile Kanada'nın Vancouver şehrinde doğmuş.
Temel İlkeleri:
1. Şiddetsiz Doğrudan Eylem
2. Bilimsellik
3. Bağımsızlık
4. Tabiat Anaya Saygı
Bu ilkelere ne ölçüde uyduğu bir yana çıkış noktaları bunlardı ya rahatlamıştım.
Eylemlerini Türkiye'de gerçekleştirdiği bilgi ise doğru değildi. ABD, Fransa, İngiltere, Rusya, Norveç...vs gibi gelişmiş ülkelerde de ses getiren bir çok eylemi vardı. Sahi, Sayın Cumhurbaşkanımız Rusya'da eylemi nedeniyle tutuklanan bir Türk Aktivist kızımızı ülkemize getirmemiş miydi?
Yaptığı her eylemi onaylamıyor olabilirsiniz, söylemlerini yanlış bulabilirsiniz ama bu örgütün özellikle Türkiye'nin gelişmesini engellemek istediği görüşüne sahip olmanız pek de doğru gibi durmuyor sanırım.
Bilumum santrallerde enerji üretirken çevreye geri dönüşü olmayan zararlar vermemek esas olmalıdır. Ancak enerji şirketlerinin karlarını artırmak amacıyla ilk olarak çevreye verdikleri zararı göz ardı ettikleri de bir gerçekliktir. Bu gibi örgütler, eylemleri ile kamuoyunun dikkatini çekmeye çalışmaktadır. Bu gibi konularda taraflar televizyonlarda tartışmalı ve halkın bilgilenmesi sağlanmalıdır. Ne yazık ki gündem bir türlü böyle konulara gelememektedir.
Bu tür örgütlerin eylemlerinden rahatsızlık duymayalım.
Ve durup biraz düşünelim, tartışalım.
Ne ölçüde haklılar.