28 Aralık 2016 Çarşamba

EĞİTİMİN GÜNAH KEÇİSİ: DERSHANELER

Aslında, bir zamanlar gazetelerin iç sayfalarında kısa bir haber olarak yer alan PİSA sonuçlarının kamuoyu tarafından bu ölçüde tartışılmasını olumlu bir gelişme olarak almak gerekir. Tartışmaları uzaktan seyreden MEB nin de tartışmalara katılması ayrıca önemli.
Sonuçlar kötü geldi ya şimdi suçlu aranıyor. Kimi merkezi sınavları suçluyor, kimi ezberci eğitimi, kimi testleri kimi de dershaneleri. Hatta sadece bir faktörü suçlayıp o ortadan kalkarsa işlerin düzeleceğini söyleyenler de var. Biri 'kaldırın merkezi sınavları bitsin bu çile' derken, kimi dershanelerin kapatılması ile sorunun kökten çözülebileceğini düşünüyor. Eğitim yaşamımızın bu kadar basit önlemlerle düzelebileceğini düşünüyorlar mı, yoksa başka nedenlerle mi öyle konuşuyorlar gerçekten bilmiyorum, ancak olayın bu kadar basit olmadığını eğitim yaşamıyla doğrudan ilgili olmayanlar bile tahmin ediyordur kanısındayım.
Sorunları tartışmaya sayfalar yetmez ama kimilerinin kolaycılığa kaçıp eğitim dünyamızın vebalini dershaneler üzerine yıkması bana biraz da 'a kuşa bak' söylemini hatırlatıyor.
Gerçekten bilimsel, özgür düşünebilmeyi, analiz ve sentez yapabilmeyi, sorgulamayı, araştırmayı vs.. ilke edinebilmiş bireyler yetiştirmek istiyor muyuz istemiyor muyuz? Bu soruyu yanıtlamamız gerek önce. Ancak 'istiyoruz' diyorsak gereğini yapabiliriz. İstiyor gibi yapıyorsak futbol deyimiyle top çevirir dururuz. Eğer istiyorsak 'ben her zaman cahilin ön sezisine güvenirim' benzeri söz edenleri eğitim kurumlarının başına getirmemeniz gerekmez mi?
Dershane konusunda dün hangi noktada isem bugün de aynı noktadayım. Dershane bir neden değil sonuçtur. Sonuçları kaldırarak sorunu çözemezsiniz. Aslında kaldıramazsınız da. Yaptığınız geniş kitlelerin dershanelere erişimini yasaklamaktır. Onları zora sokmaktır. Yoksa bu kararları alanların bir kısmı da dahil olmak üzere bir çok varlıklı insanın evlerinde dershaneler devam edecek, öğretmenin biri gelecek diğeri gidecektir. Eğer bu kurumlar yasal olmayan bazı yapılara -FETÖ gibi- kaynak aktarmakta ise o kurumlar yasal önlemlerle engellenebilecek iken toptancı bir yaklaşımla tümüyle kapatmak aranan 'günah keçisinin' bulunduğu anlamına gelmektedir.
Politik yaklaşım olarak eğitim ve sağlık konusunda 'para' nın olumlu bir olgu olmadığını düşünen biri olarak, bu yapılanmalara en önde benim karşı çıkmam gerekir ama biliyorum ki şu anda ülkenin yönetim biçimi 'sosyalizm değildir ve böyle bir düzende tamamen parasız eğitimi savunmak olsa olsa geniş halk kitlelerinin eğitimden hiç yararlanamaması anlamına gelecektir. Çünkü özel okullara gidenlerin de katılması ile devlet okulları eğitim yapamaz hale gelecektir. Bu nedenle bu gibi ortamlarda zararın neresinden dönersen kardır yaklaşımı tam olmazsa bile derde bir ölçüde çare olabilir diye düşünüyorum. Dershaneler de bu türden yapılardır. Yıllık 20 bin ila 90 bin arasında yıllık ücreti ödeyemeyenler bir ya da en çok iki yıl 5 bin ila 10 bin arasında ücretle eksiklerini tamamlama yolunu bulmaya çalışıyorlardı. Dershaneyi kaldırdığınızda aslında bu kesimin bu hizmete erişimini engellemiş oluyorsunuz.
Okullarda yeterli eğitim verdiniz de 'dershaneler' mi engelledi. Hiç test sınavına da öyle günah keçisi olarak da görmeyin. Klasik eğitimi yeterli olmayan öğrencilerin henüz niteliğini kimsenin anlayamadığı 'test tekniği'(!) ile bir yerlere gelmesi olası değildir.
Eğitim çözülemez bir sorun değildir. Ama önce gerçekten istemek gerekir. Ben ülke olarak bunu 'gerçekten' istediğimizden de çok emin değilim.
Saygıyla...

26 Aralık 2016 Pazartesi

O BİR FEDAİ ÖNCEKİ ve SONRAKİLER GİBİ-OTTO VON GUERİCKE

Havanın bir ağırlığı olduğunu düşündüğünde, onu ölçebileceği kanısına da ulaşmıştı Otto von Guericke. Bu nedenle dağlarda deneyler yapmaya başladığı zaman, onu izleyenler, 'bu adam ne gizli ve sihirbazlık işleri yapıyor' diye çoktan kendisini hiçbir dönemde eksik olmayan yetkililere gammazlamıştı bile.
Havayı düşünen doğal olarak havasızlığı, boşluğu yani hiçliği de aklının bir köşesinde tutacaktı kuşkusuz.
Ama!
Hava boşluğu denen olguyu araştırmanın binlerce yıldır günah ve yasak olduğu gerçeğini , ta Aristo' dan bu yana gelen 'Tanrı'nın boşluktan nefret ettiği ve bu nedenle de boşluk diye bir şeyin olamayacağı' söylemini ne yapacaktı? Üstelik boşluk yaratmaya çalışmanın cezasını düşünmek bile insanları ürkütürken.

Bilim insanındaki merak, öyle fena bir şeydir ki insanı yer bitirir ve komşudaki karı-koca kavgasının neden çıktığını merak etmeye hiç de benzemez hani.
Yine de tedbiri elden bırakmayarak, 'boşluk oluşturmaya çalışırken' olaydan hiç de haberi olmayan insanlarla çalışacaktı Otto.
İlk olarak fıçıyı suyla doldurup suyu kendi yaptığı tulumbayla boşaltmayı denemişti. Su boşalınca yerine başka bir şey-hava gibi- girmemeliydi. Tulumba önceleri kolay çalışırken gittikçe çalıştırmak zorlaşmış ve ancak üç kişi çalıştırabiliyor olmuştu,
O ne?
Fıçıdan korkunç sesler gelmeye başlamıştı. Su sanki fokur fokur kaynıyordu.
İşciler, eğer Otto'nun hava boşluğu yaratmaya çalıştığını bilselerdi hani bir yerde işe istemeye istemeye başlasalar da o seslerden sonra fıçıyı da tulumbayı da bırakarak ve de arkalarına dahi bakmadan kaçarlardı. Çünkü bu sesler onlar için büyük olasılıkla Tanrı'nın gazabının bir işareti olarak sayılacaktı.
Acaba Tanrı boşluk oluşmasını engelliyor muydu?
Otto tabi ki bu görüşte değildi.
Otto von Guericke, bu sesi, tahtadaki gözeneklerden içeri sızan havanın fıçı içindeki suda yükselerek su üstündeki boşluğa patlaması olarak yorumladı ve deneyi tahta ya da benzeri bir malzeme ile yapamayacağı yargısına vardı. Bu nedenle de bakırdan 55 cm çaplı ve birbirine tencere ile kapağı gibi geçen iki yarım küre döktürerek deneyi tekrarladı. Sonuç kötüydü, küre bir bez parçasının buruşması gibi buruşmuş çökmüştü.
Kimileri 'gördünüz mü Tanrı istemiyor ve isteğine karşı gelenlere böyle işaret veriyor' diyeceklerdi kuşkusuz.
Ama anlayan kim. Otto mesajı anlayacak kadar ferasete sahip olmadığı için kürenin buruşma nedenini aramaya koyuldu ve kürenin yapımı sırasında tam olarak 'küre' şekli verilememiş olabileceğini düşündü. Bu nedenle de yeniden döküm sırasında olayı denetleyerek deneyi yineledi.
Deney başarılı olmuş, boşluk oluşturulmuş küre çökmemişti. Ve de bu yarım küreleri birbirinden ayırmak için her birine sekizer tane at bağlamak gerekecekti.
Otto von Guericke'nin boşluğu oluşturmasından Tanrı da hoşnut olmuş olacak ki, bu deney, bir çok yeniliğin anahtarı olmuştu, 1640 lı yıllardı.
Alman fizikçi ve tarihçisi Dr.Hans Schimark Otto için 'Mühendisin gittiği yol bir fedailik yoluydu' diyecekti.
Öyleydi kuşkusuz, kendinden öncekiler ve sonrakiler gibi.
Çünkü, bu çaba tarihteki bir çok örnekte olduğu gibi 'bilimsel düşünebilmenin zorluğu' izlerini taşıyordu.
Saygıyla

Not:Reşit Aşçıoğlu'nun 'Fen'den Borçlu Batıya Geçmek' adlı kitabından yararlanılmıştır.



21 Aralık 2016 Çarşamba

BİR ANI, İKİ BAŞKAN: GÜNALP VE TOKER


Son zamanlarda sınav yolsuzluklarını duydukça içim bir daralıyor ki sormayın. Umutsuzluk kemiriyor beynimi. Kendi kendime 'bu işler nasıl düzelecek' diye sorup duruyorum, yanıtsız.
Kimi zaman geleceğe yönelik umutsuzluk kaplayınca, geçmişteki güzellikleri anımsayarak avunmaya çalışıyorum.
Sınav yolsuzlukları, sınav merkezinin bir zamanlar başında olan iki insanı hatırlattı bana. Altan Günalp ve Fethi Toker.
Yıllar önceydi, Altan Günalp'in ÖSYM başında olduğu yıllar.
Yabancı dille eğitim yapan ve başarısını kanıtlamış bir okulun iki öğrencisi,  akıllı ve sevimli iki kıza yardım ediyordum. Çocuklardan birinin Baba'sı, bir gün elinde bir kitapçıkla yanımıza geldi. Ankara'ya bir için gittiğinde yakın arkadaşı olan Altan Günalp ile buluşmuş konuşma sırasında kızının sınava hazırlandığını söyleyince Günalp'te ona bir soru kitapçığı vermiş ve demiş ki bu kitapçığı iyi incelesinler. Kitapçık geçen yıla ait sınav kitapçığı idi. Gülümsediğimi anımsıyorum ve ' Beyefendi bu kitapçıklar zaten okullarda şu sıralar dağıtılmaya başlandı, sizin çocuklarınıza da bugün yarın verirler, Günalp size söylediği 'bu kitapçığı iyi incelesinler' sözünü zaten her yerde kullanıyor, yeni bir şey değil' dedim. Belli ki Günalp arkadaşına sadece moral vermişti. Arkadaşının bu davranıştan ötürü şikayetçi olduğu izlenimini almadım. Aksine durumdan hoşnut görünüyordu. Şu anda isimlerini bile anımsamadığım bu iki öğrenci sınavda çok başarılı olmuşlardı.
Bir diğeri Fethi Toker, bildiğim kadarıyla Altan Günalp'in ekibindeydi. Emekliliği sonrasında çalıştığım eğitim grubunun bir başka biriminde danışman olarak bulunuyordu. Çalıştığı süre içerisinde çok yakın olduğumuz zamanlar oldu. Ama inanır mısınız kendisine 'hocam ÖSYM de bu sorular nasıl hazırlanıyor' diye sorma cesaretini bile bulamadık. Aslında soruların nasıl hazırlandığı da bizi pek ilgilendirmiyor çünkü eski dönemdeki sorular zaten kamuoyu ile paylaşılıyordu. Ama o sorunun cevabını da merak etmiyor değildik. Birlikte olduğumuz süre içerisinde ÖSYM aleyhinde kendisinden tek sözcük bile duymadım. Biz zaman zaman sorulardaki özensizlik nedeniyle ÖSYM eleştirdiğimizde de bizi sessiz olarak dinlemekle yetinirdi. Bu durumu benden daha yakın çalışma arkadaşı olan Mehmet Büge'ye sordum. 'Hoca bizi haksız mı buluyor' dediğimde Sayın Büge 'aksine' demiş ve eklemişti 'Fethi Bey ÖSYM yi çocuğu gibi görüyor ve onun bu şekilde eleştirilmesi kendisini çok üzüyor'.
Çok güzel bir kurumdu. Şahsen benim eleştirdiğim çok oldu ama bu eleştiriler sınav sorularındaki yanlışlık ve özensizlik nedeniyle idi. Böylesi sınav yolsuzlukları ile eleştirmeyi hiç düşünmedim, düşünmedik. Hatta zaman zaman böyle söylemlerle karşılaştığımızda bu söylemlere karşı çıkarak algı yaratılmaması konusunda dikkatli olmaya çalıştık. Çünkü o büyük emeklerle kurulmuş ve gelişmiş bir yapıydı, bu nedenle de yolsuzluk gibi algılardan onu korumalıydık.
Geriye dönüp baktığımızda 'zor kazanıp kolay kaybediyoruz' demeseydik ne güzel olurdu.
Günalp -şu anda aramızda değil- ve Toker -yaşadığını düşünüyorum- ekipleri ile birlikte çok güzel işlere imza attılar. Bildiğim kadarı ile son derece dürüsttüler.
Kendilerini ve arkadaşlarını saygı ile anıyorum.

9 Aralık 2016 Cuma

PİSA VE SAYIN BAKAN

Sayın Bakan, PİSA sonuçlarının analizini yapmış. Analizi okuduğunuzda PİSA sonuçlarının neden bu şekilde gerçekleştiğini daha iyi anlıyorsunuz. Sınava sadece fen lisesi öğrencileri girseymiş üçüncü olurmuşuz. Sosyal Bilimler lisesi öğrencileri girseymiş de Güney Kore'nin önünde. 'Finlandiya'nın matematik notu 34 puan düşmüş ama onlar kıyameti koparmıyor' diye sitem etmiş Sayın Bakan. Ben şahsen Bu analizleri Sayın Bakan'ın doğrudan kendisinin yaptığını sanmıyorum da, onun için daha da üzücü buluyorum olayı. Çünkü Sayın Bakan daha önce Milli Savunma Bakanı idi ve bu konulara oldukça yabancı bir bakanlıktan geliyor. Analizi Bakanlık bürokratları yaptıysa yandık ki ne yandık; o bürokratların konunun uzmanı olması beklerken başımıza gelene bakın.
Bu sınavlar, öyle belli okullara uygulanan sınavlar değil, tam da bu nedenle ülkenin genel eğitim öğretim düzeyinin bir göstergesi oluyorlar. Ülkelere 'ülkenizdeki bu yaş grubunda bulunan öğrencilerden istediğiniz bin tanesini seçip gönderin' deseler sınav sonucunun bizim için çok daha iyi olacağına inanıyorum. Bizim iyi eğitim veren okullarımızdaki öğrencilerin dünyadaki yaşıtlardan pek de aşağı kalır yanları yok. Ayrıca bir çoklarından da iyi oldukları rahatça söylenebilir. Ama bizim bir çok alanda olduğu gibi eğitimde de en önemli sorunumuz fırsat eşitliği. Tabi son günlerde fırsat eşitliğinde önemli bir adım atılarak(!) iyi eğitim veren okullardaki kadrolarda emsali görülmemiş bir değişiklikle diğerlerinin yanına çekme çabasını göz ardı edersek bu konuda sınıfta kaldığımız da açık.
Milli Eğitim Bakanlığının bütçesi son yıllarda çok artırılmış. Doğrudur herhalde. Ama artırılmış da bu paralar nerelere harcanmış. Örneğin şu bedava kitap dağıtımı çok önemli bir kaynak kaybı. Bir kere o kitapların büyük bölümü okullarda öğretmenler tarafından kullanılmıyor bile. Diyelim ki kullanılacak kadar güzel kitaplar ürettiniz. Öğrenciye zimmetli verirsiniz yıl sonunda geri alırsınız --kimi okullarda özellikle yabancı kökenli kitaplar için uygulandı- ya da ücretli olarak verirsiniz. Şu FATİH projesine ne oldu acaba. Ne kadar harcadınız. Bu proje ile birlikte ülkemiz sayısal yayıncıların en çok uğradığı ülke olmuştu belki de. Neden belli okullarda ve aşamalı olarak uygulama yoluna gitmediniz. Uygulama yanlışlarını görerek ve gerekli düzeltmeleri yaparak genelleştirme yoluna gitseydiniz belki şu anda elimizde çok önemli bir eğitim yöntemi bulunurdu. Eğitimde tek sorunumuz bütün öğrencilere uyduruk tablet dağıtımı mı idi?
Bir sendikadaki eğitimcilerin peşine takılmış gidiyorsunuz. Eğitim toplantılarında yol göstericileriniz onlar ama gidiş hiç de iyi değil bilesiniz. Irmağı yukarıya doğru akıtmaya çalışmaktan vazgeçseniz diyorum.
Bir başka üzüntüm ise ülkemizdeki muhalefet partilerinin eğitim dünyamıza yaklaşımları. Sloganik söylemlerden öteye gitmeyen öneriler. Bu gün iktidarı size veriyorum deseler ciddi bir değişim ve gelişim oluşturabilecekleri son derece kuşkulu.
Eğitim, ülkemizin en önemli sorunlarından biri ve belki de birincisidir. Çünkü diğer birçok sorunun kaynağıdır. Eğitimde 'özerklik' yoluna mı gidersiniz ne yaparsınız bilmem ama bildiğim, bir şeylerin yapılabileceğidir.
Yapın, yoksa bu yüzyılı da kaybediyoruz ve bu güzel ülkeye yazık oluyor.


7 Aralık 2016 Çarşamba

PİSA MI? PİZZA MI?

PİSA sonuçları açıklandı.
Durum.
Bildiğiniz gibi, sınav sonuçlarında iyiye giden bir şey yok.
Fatih projesi, yeni okullar, tekli eğitim, 30 kişilik sınıflar vs.
Hayır iyiye giden bir şey yok.
Pardon.
Bir şey var unuttum.
Eskiden sonuçlar açıklandığında kimsenin pek haberi olmazdı. Duyanlar da Pisa yı Pizza sanırdı. Selçuk Şirin Hoca bir söyleşisinde 'sonuçlar açıklanınca gazetelere baktım hemen hemen hiç bir şey yok kimse oralı değil' gibi bir şey söylemişti de şimdilerde sınav analizlerine bir sayfa ayrılmaya başlandı.
E bu da bir şey tabi ki diyeceksiniz.
Ve akıl vermeler başlayacak şimdilerde.
--Müfredat ağır
--Sınıflar kalabalık
--Sınav sistemimiz bozuk değiştirelim
--Sınav odaklı eğitim olmaz kaldıralım
--Disiplin aşırı, yaratıcılığı öldürüyor
--Ne aşırısı disiplin yok ki.
--Öğrencilere bir sınıfa kadar not vermeyelim bak birileri öyle yapıyor.
--Sınıfta kalmak kalktı, yeniden getirelim
--Teknoloji efendim teknoloji
--Hayır öğretmen
--Öğrenci
--Aile
......vs.
Değerli uzmanlar örneğin siz öğrenci olsanız diyorum, öyle sıradan bir okıulda. Başarınız nasıl olurdu acaba.
*Otobüste birbirinin boğazına sarılan büyükleri,
*TV lerin kadrolu tartışmacılarını
*Boğaz damarları şişerek birbirine bağıran siyasetçileri,
*Dün ömür boyu cezası kestiklerine bugün beraat veren mahkemeleri,
*Öğretmene 'bak seni amcama söylerim' diyen öğrenci arkadaşınızı
*Fazla soru soran öğrencisine 'otur lan yerine fazla konuşma, ukalalık yapma' diyen öğretmenini,
*Üniversiteyi bitirip asgari ücretle bile iş bulmakta zorlanan komşudaki abla ya da abiyi,
*Kerameti kendinden menkul kimi kimselerin ulaştığı servet ve saygınlığı,
*Paranın en yüce değer olduğunu
.....vs....vs
görseydiniz eğer ne kadar önem verirdiniz öğrenmeye.
Durum umutsuz mu?
Biraz öyle ama,biraz da...
Hemen yapılması gerekenler var, yarın yapılması gerekenler ve daha sonrasında diye de düşünmeden edemiyor insan.
Yapılamayacakları bir yana bırakıp yapılabilecekleri konuşalım yeter ki.
Köy enstitüleri gibi bir çınarı oluşturan da, kurutan da bu coğrafyada.
Konuşalım.
Ama Bertrand Russell diyor ki;
'Eğitimi belli birtakım inançları ruhlara aşılamak aracı sayanlarla onun özgür düşünce yeteneği yaratmasını gerektiğini düşünenler arasında hiç bir anlaşma olamaz'
Russel haklıysa nasıl olacak.
Bilemedim ki..