9 Mart 2017 Perşembe

ALMANYA, HOLLANDA VS..

Avrupa ülkelerinde, ülkemizdeki halk oylaması ile ilgili çalışmaları çevrçevesinde bakanlarımızın bile toplantılarına engel getirilmesi karşısında kendi kendime sordum, neden? Tabi bağlantıları olmayan birinin bu konuda bir yargıya varabilmesi için analitik düşünmek gibi bir zorunluluğu vardır. O da her zaman sizi doğru sonuca götürmeyebilir. Madde madde düşünelim neden diye, nelerin olup nelerin olamayacağınına bir göz atalım; bakalım neler çıkacak.
1. Avrupa ülkeleri AkParti'ye karşı o nedenlere bu engellemelerle 'hayır' yönünde çaba harcıyor. Ya da Burhan Kuzu'nun deyimiyle Almanlar bizim hava alanı projemizden sonra çıldırdı. Peki ya Hollandalılar ve diğerleri?
Avrupalıların bu düşünceyle hareket ettiğini düşünmek onları 'salak' yerine koymak olur. Onlar da biliyorlardır ki bu çabaları sadece 'evet' tezine yardım etmektedir. Çünkü Türk insanı böyle bir engelleme karşında milliyetçi duygularla yabancı ülkelere tepki duyacak ve özellikle şu anda 'kararsız' ise 'evet'e yönelecektir. Peki Avrupa eveti ister mi? Avrupa'nın evet ya da hayır gibi bir derdinin çok da olmadığı kanısındayım. Eveti isterse ülkemizi geri dönülmemek üzere Avrupa dışına atmak için istiyor olabileceğini düşünürüm ama baskın kanım evet ya da hayır konusu ile gerçek anlamda ilgilenmedikleridir?
2. İzlediğimiz kadarı ile Avrupa Ülkelerinde aşırı sağcı, hatta ırkçı siyasi partilerin oyu gün geçtikçe artmaktadır. Bu artışta o ülkelerdeki göçmenlerin katkısı olmadığını düşünmemek son derece saflık olur. Bu göçmenlerin çoğu sağcı -ülkelerindeki seçimlerde çoğunlukla sağ partilere oy veriyorlar- oldukları halde bulundukları ülkelerde Sosyal Demokrat ve Sosyalist partileri destekliyorlar. Bu da o ülkedeki özellikle muhafazakar seçmenin aşırı sağa yönelmesine neden oluyor. Bu ülkelerde yapılacak halk oylaması çalışmalarına kendi ülkelerinde izin verdiklerinde oluşan gerilim nedeniyle ülke muhafazakarlarının daha da radikalleşmesinden korkuyor olabilirler.
3. En kötü senaryoyu sona sakladım. Bu senaryoya geçmeden önce kendisinden izin almadığım için adını açıklayamayacağım bir arkadaşımın anısını paylaşmak isterim. Bu arkadaşım Müslümanlığın gereklerini yerine getirmeye çalışan - namazını kılan, şeker hastası olduğu halde orucunu tutan- biri. Dini bayramlarımızdan birini Almanya'daki yakınlarının yanında geçirmek için Almanya'ya gider. Bayramın ilk günü Bayram Namazı kılmak ister. Nerede kılması gerektiğini dostlarına sorduğunda; şurası şu tarikatın, burası bu tarikatın gibi yanıtlar alır. 'Ben diyanetin camisine gitmek istiyorum' der ve 'oraya pek kimse gitmiyor' yanıtını alsa da oraya giderek namazını kılar. Bu konuşma yaklaşık 10-15 sene önceydi sanırım. Bu nedenle ufak tefek hatalarım olabilir. Şimdi düşünüyorum da bu geçen sürede acaba bu ülkelerdeki vatandaşlarımız tehlikeli biçimde kutuplaşmış olabilirler mi? Ya da bu ülkeler, ülkemizdeki kutuplaşmaların çok tehlikeli bulup kendi ülkelerini bu gerilimden korumaya çalışıyor olabilirler mi? Acaba ülkemizdeki kutuplaşma biz sade vatandaşların sandığından çok daha fazla ve tehlikeli mi?
Ülkemizde zaman zaman kutuplaşmalar olmuştur ve bu kutuplaşmalar, küçük çaplı da olsa çatışmaları ve nihayet darbeleri getirmiştir. Darbelerin sorumluları tabi ki darbeyi yapanlar ve de yaptıranlardır. Ancak yeterince öngörü sahibi olamayan politikacılarımızın sorumluluğu da yabana atılır türden değildir. Hiç bir 'darbe', ülke esenliğine katkı sağlamamış aksine sorunları daha da çözümsüz hale getirmiştir.
Her türlü fikrin tartışılabildiği, fikirleri nedeniyle insanların birbirine saldırmadığı birbirine zarar vermediği bir ülke özlemiyle...

8 Mart 2017 Çarşamba

YGS

Sınava giren öğrenci sayısının sağlıklı denetim yapılamayacak sayıya ulaşmasından bu yana bu tür bir sınav yapılmaktadır. Önceleri sadece öğrecilerden bir kısmını eleyen ve ikinci sınava hiç katkısı olmayan bu sınav 'ciddiye' alınmadığından ya da üniversiteye gireceklerin tüm alanlarda temel düzeyde de olsa bilgi ve beceri sahibi olması istendiğinden olacak ikinci sınava bir miktar katkı sağlayarak günümüze kadar -değişik adlarda olsa da- sürekli olarak uygulandı. Hele bir dönem -Kemal Gürüz dönemi-  tek başına 'muktedir olan bu sınav lise eğitiminin ruhuna 'Fatiha' okunmasına neden oldu ki artçı sarsıntıları günümüze değin sürmektedir.
Bu sınav öncesi öğrencilerin ne yemeleri, son günleri nasıl geçirmeleri gerektiği konusunda uzmanlar öneri üstüne öneri sıralayıp duruyor. Melisa çayından, bala; dışarıda yemek yememekten rüzgarda dolaşıp üşütmemeye kadar bir çoğu herkes tarafından bilinen davranış biçimi önerileri havada uçuşuyor.
Ancak son anlarda yapılanların öyle fazla bir yararının olmayacağını da göz ardı etmemek gerek.
Bir kere bu sınavı - tabi ki bir önemi var- olduğundan fazla abartmamak gerekir. Bir açıdan bu sınavı bir 'deneme' sınavı olarak algılamalıyız ve şimdiye kadarki çalışmalarımızın bir analizi olarak görmeliyiz diye düşünüyorum. Eğer öğrencilerin ; sınavları beklentileri ölçüsünde iyi geçmiş ise çalışmaları verimlidir ve aynen devam etmelidir, beklentilerini karşılamaktan uzak geçmiş ise daha çok ve daha verimli çalışmaları gerektiğini anlamları gerekmektedir.
Öğrenciler; bu sınavın ikinci sınava katkısını düşünürken sanki hiç soru yapmamış olmak ve soruların tümünü yapmak sınırlarını düşünmediklerinde daha gerçekçi olacaklardır.
Benim önerim, bu sınava girerken yaşantınızda herhangi bir değişiklik yapmamanızdır. her zamanki gibi ve doğal davranın.
Bu sınav öğrencilerimizin yaşamındaki sınavların ne sonuncusu ve de en önemlisidir.
Başarı dileklerimle...