15 Şubat 2017 Çarşamba

İNSANLIK VE DEMOKRASİ

Çok sevdiğim öğrencilerimden biri aynı zamanda arkadaşlarımın oğlu beyin enfarktüsü geçirdi. Ölümle yaptığı düelloyu kazandı da şimdilerde yaşamla düelloya başladı. Normal yaşamına dönmek için amansız bir uğraşıya girdi. İyi yolda. Göstergeler onu da kazanacağı yönünde. Dualarımız onunla. Geçenlerde ziyaretine gittim. Oradan buradan konuşurken Annesi öyle bir olay anlattı ki beni aldı ta uzaklara götürdü.
'Biliyor musun?' dedi. 'İnsanlar birbirinin dilini bilmese bile çok güzel anlaşabiliyor'. 
Ve sözlerini sürdürdü.
'Geçenlerde birisi geldi, oğlumun arkadaşıymış, Portekiz'den geliyormuş. Tabi ki Türkçe bilmiyor. Oğlumun yanına oturdu ve ingilizce bir şeyler anlatmaya başladı. Sürekli konuştu -oğlumuz şu anda tam konuşamıyor ancak anlamada problemi yok-. Rahatsızlığını duyunca uçağa atladığı gibi bir kaç saatliğine olsa da Türkiye'ye gelmiş. Konuşamadık ama birbirimize sarıldık, ağladık. Daha sonra takvim çıkardı ve yeniden gelip döneceği tarihi gösterdi. O zaman bir kaç gün kalabilecekmiş. Bu dostluk denen olgu öyle bir şey ki milliyet ya da dine bağlı değil insan olmak yetiyor'
Ne kadar da haklıydı. İnsanların dost olabilmesi için 'insan olmanın' yeterli olduğunu söylerken.
Düşündüm. Biz insanlığın neresindeyiz hangi sınıfındayız diye. Kendisi gibi düşünenlerle dost olmak ya da görünmek kolay da bizim gibi olmayanlarla ne kadar dost olabiliyoruz diye.
Anılarda sürüklenirken güzel şeylerden çok kötü olanlar aklımda kalmış nedense.
                                                                 ***
Altmışlı yılların sonları muhtemelen 69 ya da 70. 68 olaylarından sonra fakültede öğretim üyelerinin toplantısında -ki o toplantıya oy hakkı olmadan sonra kendisi de öğretim üyesi olan Mehmet Oryan öğrencileri temsilen katılmıştı.- bir takım kararlar - ki çoğu eğitim kaynakları ile ilgiliydi- alınmış, kısmen uygulanmış ancak yine de önemli aksaklıklar yaşanıyordu. Birden bir 'boykot' lafı edildi. Tartışıldı. Kimi boykotla sonuç alınacağını söylerken kimleri de boykotun çözüm olamayacağını başka yolların denenmesi gerektiğini savunuyordu. Şahsen ben de 'boykot' yanlısı değildim. Sonunda hemen tüm bölümlerin katılacağı bir forum yapılması ve orada görüşülmesi kararlaştırıldı ve forum çalışmaları başladı. Forum günü geldiğinde öğrenci temsilciliğinde ki daha çok FKF liler orada bulunuyordu forumla ilgili son çalışmalar yapılıyordu. Herkesin fikrini açıkça söylemesi ve oylama yapılması benimsendi. Hatta bendim galiba 'sandık kuralım' diye önerince arkadaşlardan biri ' ne yani 501 kişi boykot der, 500 kişi boykota karşı durursa boykot mu yapılır? Boykot ancak öğrencilerin çok büyük bir kısmı isterse olur' dedi ve sandık fikrinden vazgeçildi. Daha sonra arkadaşlardan biri ' biz burada toplu bulunmakla sanki hepimiz boykot istiyoruz gibi bir algı ve baskı oluşturuyoruz, dağılalım odada sadece bir kaç kişi kalsın diye önerdi. Bu öneri benimsendi ve herkes değişik yerlere dağıldı. O zaman ben temsilcilik odasının karşısında bulunan kantine geçmiştim. Aradan yarım saat geçmemişti ki dışarıda bir kargaşa başladı. Ne oluyor diye çıktığımda elinde koca sopalarla gelen insanları gördüm 'vurun komüniste' diye bağırıyorlardı. Kaçtım ama bana değil herhalde diye düşünsem de 'komünistlik'! anlayışı herkeste farklı idi. Bu kaçışmada favorisi uzun olduğu için dövüleceğini düşünen de vardı. Daha sonra dışarıdan dolaşıp okula geldiğimizde bir arkadaşımızı kanlar içinde yerde otururken bulduk. Kalabalık bir gurup Büyük Reşit Paşa kapısında kıstırıp 'Allah yarattı' demeyip feci şekilde dövmüştü.
                                                                  ***
Aynı yıl yine temsilcilikte oturuyoruz. Arkadaşım M. 'hadi gidip TIP fakültesi temsilcilik seçimlerine bir bakalım dedi. Merkez binaya gittik sandıklar açılmış sayım başlamıştı 'sol' gurubun desteklediği aday açık ara önde gidiyordu. Sonunu beklemeye gerek yoktu, sonuç belli olmuştu. Okula dönmek üzere ayrıldık. Tam bahçeye çıkmıştık ki bir koşuşturma başladı. Birinin peşine yedi sekiz kişi koşuyordu. Delikanlıyı sıkıştırdılar ve biri bir yumruk attı emin olun çocuk -mübalağa etmiyorum- yere paralel uçup, yere yapıştı. Öyle acıyla bağırmıştı ki. M ye 'ben gidiyorum' dedim. 'Dur yahu' dediyse de oradan ayrıldım. Ertesi gün korktuğumu sanmış olacak ki -ayrıca korkabilirdim tabi ki-  'yahu niye gittin oradakiler bizim arkadaşlardı' deyince 'kim olursa olsun olay çirkindi' dedim. M gülerek 'anlaşılan senin çikolata çağın geçmemiş' deyivermişti.
                                                                ***
Bir çok olay sıralanabilir. Tabi şimdi birileri 'sen dayaktan bahsediyorsun insanlar öldüler be' de diyebilir. Ama o ölümlere böyle böyle gidildi. Çok büyük bölümü fakir halk çocuklarıydı. Yaşasalardı belki de çok iyi konumlarda olacaklardı. Birilerinin eline silahlar verildi ve 12 Eylüle gelindi. Dış güçler masalına sığınmayalım dönemin politikacıları basiretli davranıp olayları çözebilselerdi 12 Eylül ortamı oluşmazdı. Tabi ki darbe bir insanlık suçudur, darbeci de  insanlık suçlusu. Ama bu darbecilerin harekete geçeceği ortamların oluşmasını engelleyemeyen siyasilerin de sorumluluğu az değildir.
                                                                 ***
Nereden nereye geldik. Kısaca insan olmayı başarabilenlerin rejimidir demokrasiler. Demokrasimizi geliştirdikçe mi insanlığımız artacak, yoksa insanlığımız arttıkça mı demokrasimiz gelişecek ? İşte burası tartışmalı.
                                                                 ***
İnsan olmak bir başka güzel be kardeşim.    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder